Resveratrol - Polygonum cuspidatum
Resveratrol kuvvetli antioksidan etkisi ile günümüzün en gözde doğal bileşenlerinden biri olarak dikkati çekiyor. Özellikle dünyada en ölümcül hastalıklar olarak listenin ilk iki sırasını paylaşan kalp ve damar hastalıkları ile kanser gelişimi riskinin azaltılmasında etkili olabileceği yönünde bilimsel bulgular resveratrole olan ilgiyi artırıyor.
Resveratrolün son zamanlarda ön plana çıkan bir başka etkinliği ise beslenmeye bağlı şişmanlığın önlenmesi, glukoz toleransının düzeltilmesi ve fiziksel direncin artırılmasına yönelik bulgular. Tüm bu bulgular resveratrolün uzun ömür için gerekli bir madde olabileceği şeklinde yorumlanıyor.
Resveratrol polifenolik bir bileşik. Başlıca cis ve trans olarak iki stereoizomeri bulunuyor, ancak trans izomeri daha etkili olarak kabul ediliyor. Resveratrol adı ile üzüm ve şarap özdeşleşmiş durumda. Eğer "ben doğal resveratrol almak için şarap içiyorum” gibi bir düşünceye sahipseniz, her şarap içerisinde trans-resveratrol bulunmadığını, üzülerek belirtmek isteriz. Resveratrol içeriği üzümün tipi, iklim ve tarımsal koşulların yanı sıra şarabın hazırlanış şekli ile de yakından ilgili. Beyaz ve rose tipi şaraplarda resveratrol içeriği yok ya da çok düşük.
Fermentasyon esnasında çekirdekte bulunan stilbenler ve üzüm kabuğundan bulunan mayaların etkisi ile oluşan bir fitoaleksin olduğundan üzüm suyunda bulunması da beklenmemelidir.
Resveratrol kaynağı sadece şarap mı?
Resveratrolün insan sağlığında önemi anlaşıldıktan sonra farklı kaynaklarda da bulunduğu tespit edilmiş. Dut, yerfıstığının soyup attığımız kırmızı kabuğu (tabi kavrulmamış ve tuzsuz), likapa ve yaban mersini tanıdığımız kaynaklar. Günümüzde resveratrol Çin kaynaklı bir bitki olan Polygonum cuspidatum köklerinde yüksek miktarda bulunduğu için bu bitkiden elde ediliyor. Bu bitki 1500 yıl kadar önce yazılmış eski Çin Tıbbı kaynaklarında "Ko-jo-kon” olarak yangı, kanser ve kardiyovasküler hastalıklar için öneriliyor. İlginç olan, eski metinlerdeki bu öneriler günümüzde resveratrol için ileri sürülen etkiler ile bire bir tam olarak örtüşüyor. Aslında eski Çin Tıbbı kaynaklarında (MS 22-250 yılları) üzüm için de resveratrolün etkileri ile örtüşen etkinlik bilgileri yer alıyor "iyi kas ve kemik sağlığı, uzun ömür için ...”.
Resveratrol ilk olarak 1940 yılında bir sığırkuyruğu türünden izole edilerek yapısı aydınlatılmasına rağmen, kırmızı şaraplarda kardiyovasküler etkili bileşen olarak tanımlandığı 1992 yılına kadar pek fazla ilgi çekmemişti. Günümüzde resveratrolün biyolojik etkilerine yönelik olarak yoğun çalışmalar sürdürülmektedir. Ancak çalışmaların çoğunlukla deneysel (in vitro) boyutta olması nedeniyle in vitro sonuçların ne derecede klinik çalışmalara uyarlanabileceği tartışılıyor. Çünkü resveratrol kanda glüküronit veya sülfat metaboliti halinde yer alıyor. Halbuki deneysel çalışmalarda konjuge olmamış resveratrol kullanıldığı için yorum yapılması zorlaşıyor.
Resveratrol nasıl etki ediyor?
Resveratrol üzerinde yürütülen bunca yoğun çalışmaya rağmen, resveratrolün etki şekline yönelik tartışmalar sürüyor. Son olarak 2010 yılında resveratrolün kalori sınırlamasını sağlayan bir protein olan sirtuin-1 üzerinde doğrudan uyarıcı etkisi bulunduğu şeklindeki hipotez, Amerikan Milli Sağlık Enstitüsü (NIH) tarafından Şubat 2012’de yapılan açıklama ile farklı bir boyuta taşındı. Yeni öneride resveratrolün etki şeklinin hücre enerjisinin düzenlenmesinde rol oynayan bir protein grubu olan fosfodiesterazların (PDE) baskılanmasına bağlı olduğu ifade ediliyor. Resveratrolün PDE4 proteinini baskılaması sonucu başlatılan zincirleme tepkime ile etkinleşen AMPK proteini (5’ Adenozin monofosfat ile aktive olan protein kinaz) sirtuin-1 proteinini etkinleştiriyor.
Yani sirtuin 1 üzerinde doğrudan bir etki yok, dolaylı şekilde etki gerçekleşiyor. Bilindiği gibi PDE4 inhibitörleri son zamanlarda zayıflatıcı, insülin direncini önleyici ve fiziksel performansı artırıcı ilaçlar geliştirilmesinde hedefler arasında yer alıyor ve resveratrolün de söz konusu bu etkilere sahip olduğu biliniyor.
Resveratrolün günlük dozu ne olmalı?
Herhangi bir toksisite bulgusuna rastlanmadığı için, bu konuda henüz kesinleşmiş bir rakam yok; 5 mg ya da 1000 mg önerilebiliyor. Bazı klinik uygulamalarda kullanılan günlük 1000 mg doz yaklaşık olarak 667 şişe şaraba eşdeğer!!!! Şüphesiz toksisite konusunda uzun süreli ve kapsamlı çalışmalar yapılması gerekiyor. Çünkü su dahil her şeyin zararlı olabileceği bir sınır değeri vardır.